Din Alimi Seyyid Bey’in Halifeliğin Kaldırıldığı Gün Mecliste Yaptığı Efsane Hilafet Konuşması

Share
  • 3 Mart 2024

Konuşma metni günümüz Türkçesi ile aşağıdaki gibidir. Orijinali ise Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarında yer almaktadır. Merak edenler için kaynak olarak verilmiştir.

“Bilirsiniz ki, Hz. Peygamber döneminden sonra İslam dünyasında çeşitli mezhepler ortaya çıkmıştır. Sünni alimleri, itikat kitaplarında “imamet” başlığı altında halifelik sorununu işlemiştir. Amaçları asılsız uydurmaları reddederek, bunların boş şeyler olduğunu göstermektir.

Her şeyden önce şu noktayı arzedeyim ki; Halifelik, hükümet demektir. Doğrudan doğruya millet işidir. Zamanın gereklerine bağlıdır. Onun içindir ki, Hz. Peygamber vefatlarında sahabesine bu halifelik konusunu açıklamamışlardır. Dinin asıl kanunu olan Kur’an-ı Kerim’e başvurursanız görürsünüz ki İslam halifeliği hakkında hiçbir ayet yoktur. Kitap, hükümet işi hakkında, yani ülke yönetimi konusunda iki düstur gösteriyor. Biri, bugün medeni dünyada geçerli olan danışma kuralıdır. O da, “ve emrühüm şura beynehüm” kuralıdır. Anlamı, “Müslümanların işi kendi aralarında danışılarak görülür” demektir. Gerçi bu ayet Medine halkı hakkında inmiştir. Medineliler, ortak olan işlerini, ülkelerine ait işleri kendi aralarında danışma yoluyla yürütürlermiş. Hazret-i Kur’an onların bu durumunu güzel bulup, beğeniyor. Demek ki, ülke yönetimi konusunda danışma usulü Allah’ın beğenisini kazanan, beğenilmiş bir usuldür. Bir yöntem kuralı vardır: Sebebin özel olması sözün genel anlamda kullanılmasına engel değildir. Bu bakımdan sözü edilen ayet doğrudan doğruya müslümanların ülke yönetiminde izlemeleri gereken yolu gösteriyor denebilir. Allah’ın beğenisine mazhar olan bir hareket, İslam için uyulması gereken bir harekettir. Özetle, danışma ile iş görmek, Allah’ın beğenisini kazanmıştır. Nasıl ki, bütün medeni dünya da bugün bu danışma usulünü kabul etmiştir. Biz de ona uygun olarak kararlar alıyoruz. Bireylerin hukukuna, ülkenin emniyet ve huzuruna en çok kefil olan yönetim biçimi de budur.

Kur’anda sözü edilen ikinci düstur yönetenlere itaat kuralıdır. Kur’an-ı Kerim’de “Ati’ullahe ve ati’urresule ve ulu’l-emre minküm” ayeti vardır. Anlamı, Allah ‘a ve Peygambere ve sizin içinizden emir sahibi olanlara sizi yönetenlere itaat ediniz demektir.  Bu, ikinci kuraldır. Bu da anarşiyi, hükümetsizliği ortadan kaldırmak içindir. Ülkenin dirlik ve düzenliğini sağlamak içindir ki o emir, hükümete itaatin, dini açıdan yapılmasının farz edercesine yakın derecede gerekli (vacip) olduğunu belirtiyor.

İşte ülke yönetimi konusunda Kur’an-ı Kerimde bu iki ayetten başka bir ayet yoktur. Gerçi, emanetleri, görevleri ehline vermek, doğruluk ve adalete uymak gibi konularla ilgili ayetler de vardır. Lakin bunlar doğrudan doğruya yönetim tarzı ile ilgili değildir, ikinci derecededir. Kur’an-ı Kerim’de Halife ve İmam deyimleri vardır. Fakat bunlar önceki peygamberler hakkında gelmiştir. Bir ayette, “Ey Davud, biz seni yeryüzünde halife yaptık, dolayısıyla insanlar arasında doğruluk ve adaletle hükmet” denmektir. Halifelikten amaç adalet dağıtmak işidir. Çürük, uydurma ve asılsız olanların ortadan kaldırılması işidir. İşte halifenin görevi bu amaç ve hedefi elde etmeye çalışmaktır ki, hükümet vazifesidir.

Şimdi halife ve imam deyimlerinin anlamlarını açıklayayım. Halifelik, halef olmak demektir. Hz. Davud halifedir. Allah’ın halefidir. Nerede halefidir? Adaleti uygulamada, doğruluğun sağlanmasında ve asılsız ve çürük şeylerin, batılın ortadan kaldırılmasında demektir. İmam deyimine gelince, imam, öncü ve kendisine uyulan, önde gelen demektir. Mahalle ve cami imamlarına da imam denir. Halifeye de Müslümanların İmamı denir. Hatta, bir ilim dalında öncü olan bilginlere de imam denir. Halife deyimiyle imam kelimesi arasında, sadece birisi ötekinin bütün anlamlarını kapsayan iki benzer anlamlı kelime ilişkisi vardır. Bir de “emaret”ten deyiminden söz edildi. Fakat bu deyimin bu konuyla ilgisinin pek o kadar değeri yoktur. Emir, emreden demektir. Benzetme sıfatıdır. Her hükümdara emir denilir. İşte Kur’an-ı Kerim’de halife ve imam deyimleri hakkındaki ayetler bunlardan ibarettir. Kur’anda bundan başka ayet yoktur. Halife nasıl atanır, nasıl göreve getirilir? Halifeliğin şartları nedir? Her halde, her durumda ve her zamanda bir halife atamak  gerekli midir? gibi konular hakkında ne Kur’an-ı Kerim’de ne de Peygamberin hadislerinde bir açıklık yoktur. Dikkatinizi çekerim, tırnak kesmek, sakal bırakmak gibi en önemsiz işlerle ilgili birçok hadis olduğu halde, halifenin nasıl tayin edileceği, şartlarının nelerden oluştuğu ve her zaman halife atamak gerekip gerekmediği hakkında açık ve kesin hiçbir hadis yoktur. Bunun hikmeti nedir? Adetler ve usullerle ilgili birçok hadisler olsun da niçin halifelik meselleri hakkında açık bir hadis olmasın? Bu dikkat çekici değil midir? Bunun sebebi şudur ki halifelik öyle zannedildiği gibi dinin asli sorunlarından değildir. Siyasal bir sorundur.Onun içindir ki Peygamberimiz Efendimiz halifelik meseleleri hakkında susmayı tercih etmişlerdir.

Özetle Resul-ü Ekrem Efendimiz Hazretleri, halifelik işini tamamen ümmetine bırakmıştır. Vefatlarında halife atamadıkları gibi bu konuda hiçbir tavsiyede bulunmamıştır. Hazret-i Peygamberin bu konuda bir hadisi vardır ki, burada bilinmesi gerekir ve dikkat çekicidir. O hadis de, “Elhilafetü ba’dı selasune sene ten sümme tasirü mülken adudan”dır. Anlamı “Benden sonra halifelik otuz yıldır. Ondan sonra ısırıcı saltanata döner” demektir. Adud ısırıcı demektir. Bu hadis, en güvenilir hadis kitaplarından olan Sünen-i Tirmizi’de ve inançla ilgili olarak nelere ve nasıl iman edileceğini gösteren bütün akaid kitaplarında vardır. Bu açıklamalarımı sırf İslam dinini uydurmalardan temizlemek için söylüyorum. İtikad kitaplarını incelerseniz görürsünüz ki Hazreti Peygamber’in ehli sünnet bilginleri, halifeliği iki kısma ayırıyorlar. Birine Gerçek Halifelik diğerine Şekli Halifelik diyorlar. Gerçek halifelik, gerekli şartları taşıyan ve milletin onayıyla meydana gelen halifeliktir. İşte asıl, gerçekten ve şeriat açısından “halifelik” diye bu birinci tür halifeliğe denir. Hanbeli mezhebinin en büyük müçtehitlerinden İbn-i Teymiye’nin Minhacü’s-Sünne’sinde de bu şekilde yazılmıştır. O da gerçek halifeliğe Peygamberlik Halifeliği diyor. İkinci tür halifeliğe gelince: Buna şekli halifelik demiştik. Bu, şekil ve görünüş bakımından halifelik şeklindeyse de gerçekte halifelik değildir. Belki hükümdarlık ve sultanlıktan, zorbalıktan ve üstünlükten ibarettir, padişahlıktır. Ehl-i Sünnetin bütün araştırmacılarının görüş birliğiyle belirttikleri bir gerçektir ki, Emevi ve Abbasi halifelerinin halifeliği milletin kendi isteği ve seçimiyle olmamıştır. Zorla ele geçirmek ve zorla hüküm sürmek yoluyla meydana gelmiştir. Osmanlı halifelerinin ise, sultanlığa olan hırs ve düşkünlüklerinden nice masum ve günahsız şehzade kanı döktükleri bilinmektedir. Dört Halifeler, devlet hazinesine “Allahın Malı” derlerdi. Osmanlılar devlet mallarını şuna buna peşkeş çekerlerdi. Şimdi insaf edelim, böyle bir zulüm ve zorbalığa halifelik denilebilir mi? İslamiyet gibi yüksek bir din böyle bir zorba sultanlığı kabul eder mi? Bu tür idareler halifelik değil, Hazret-i Peygamberimiz efendimizin buyurdukları gibi ısırıcı saltanattan ibarettir. Hanefi şeyhlerinin bir kısmı sahabeden Muaviyeye bile halife demiyorlar, sultan diyorlar.

Efendiler, kendi kendimizi aldatmayalım. Mısır, Yemen, Necd bilginleri, halifenin Kureyş’ten olması gerekeceğini bilmezler mi efendiler? Bu saydığım yerlerin hiçbir bilgini bizim padişahlarımızın halifeliğini din açısından kabul etmez. Onların bilginleri hiçbir zaman bizim padişahlara halife dememiştir. Kitapları meydandadır. Şafiilerin en güvenilir kitabı olan Minhac-Nevevi elde mevcuttur, yayınlanmıştır. Ona bakınız. Şafiilerce bizim padişahlara halife denip denmeyeceğini anlarsınız. Maliki ve Hanbeli kitaplarına da bakınız, onların da bizim padişahlara ne dediklerini görürsünüz. Hatta bizim Osmanlı bilginleri bile kendi padişahlarına halife dememişlerdir. Alame-i Teftazani, Şerh-i Akaid adlı eserinde, “Abbası halifelerinden sonra durum zordur” diyor. O halde bu zorlukları ortadan kaldırmak için ne yapmak gerekir? Bu konuda söylenecek şudur: Şartları taşıyan kimse bulunmadığı takdirde, halife atamak ve seçmek işi geçerli olmaz. Şafii bilginlerinin en büyük uzmanlarından Allame Adudu’d-din vermiştir. Bunun Mevakıf adında çok güvenilir bir kitabı vardır. Bütün İslam bilginlerinin elinde bir belge gibi tutulur ve içindekiler senet sayılır. Demin dediğim gibi, “İmamlığın şartlarını taşıyan bir kimse bulunmadığı takdirde Müslümanlar üzerine imam atamak gerekmez” diye kayıtlıdır. Halife anlamında bir imam atanması mümkün olmadığı durumda, artık o anlamda imam atanmasının gerekliliği ortadan kalkar demek istiyor. Açıklamalarımdan gerçek halifelik ile şekli halifeliğin neden ibaret olduğu tamamiyle anlaşılmıştır sanırım. Şimdi böyle bir halifelik kurulması mümkün müdür?

Zannediliyor ki biz halifeliği kaldırırsak diğer İslam ülkelerinde kötü etki yapacak. Bence bu çok boş bir fikirdir. Vaktiyle İstanbul’da cihad fetvası çıkarıldığı zaman, İslam dünyasından bu davete katılım konusunda hiçbir ses çıkmadı. Irak’ı, Suriye’yi ve hatta güya halifelik başkenti sayılan İstanbul’u işgal eden ordular Hindistan’ın Müslüman askerlerinden oluşuyordu. Beni Arapyan Hanı’nda bir odaya kapayarak başımda nöbet bekleyen Müslüman Hint askeri idi. İçimizde Şeyhislamlık yapmış olan kişi de birlikte Malta’da esir yaşadığımız zaman İslam dünyasının hiçbir yanından bize yardım eli uzatılmamıştı. Efendiler, kendimizi aldatmayalım, gerçeği olduğu gibi görelim ve görmeyenlere de gösterelim. Şimdi size sorarım, böyle bir yüksek din birtakım şahısları halifedir diye başımıza oturtmayı ve ona taparcasına bir takım kutsallık vermeyi kabul eder mi? Buna imkan yoktur.”

Kaynak:
Kaynak: TBMM tutanakları Cilt:7 Birleşim:2 Sayfa:40-61 https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c007/tbmm02007002.pdf